Ey Müslümanlar sizi İslam’a davet ediyorum. Bu gidiş nereye? Nereye bu yolculuk?
Utanıyorum...
Başında emanet duran örtüyle, sıyrılmış kollarıyla, şalının altından görünmesini istediği boynuyla, yüzündeki bir fakirin akşam yemeğini karşılayacak kadar masraf ettiği makyajıyla dini, dindarlığı savunmaya çalışanlardan...
Utanıyorum…
Çevrilmiş sakalıyla, başındaki takkesiyle, şalvarı ve elindeki tesbihiyle, dükkânında asılı duran karınca duasıyla, işçinin mesaisinden artırdığı paralarla hacca, umreye giden ve bankadan çektiği krediyle işini büyüten dindar! tüccarlardan..
Utanıyorum…
Açlıktan karnına iki taş bağlayan peygamberin (sav), zayıflamak için rejimler, diyetler yapan, spor salonuna, diyetisyenlere tomarıyla paralar harcayan ihlâssız müslümandan… Müslümanlıktan…Din kardeşlerim olarak sizlerden ve Kendimden…
Utanmak demişken yazık ki eskiler utandıklarından çarşaf giyerdi, şimdikiler ise “utandıklarından” giymiyorlar.
Zamanın derinliklerinden, ta ezelden gelen bir seda ömrümüzün şimdisine nasılda bir tokat gibi çarpıyor samimiyetsizliğimizi değil mi ?
“Ey iman edenler!.... İman edin!” Nisa 136
Allah’ı, Peygamberini ve uymamızı istediği şeyleri iyi kötü bildiğimiz halde Müslümanlık kimliğimizle yaptıklarımıza bir bakın.
Kışın gelme ihtimaline karşı hazırlık yapan bizler, ölümün kesin geleceğini bildiğimiz halde neden ona hazırlanmayız. Birkaç aylık kış için borçla odun, kömür temin eden bizler ebedi hayatımız için ne de az hazırlık yapıyoruz değil mi?
Keşke en az kışın geleceğine iman ettiğimiz gibi, ölümün geleceğine ve ahirete iman edebilseydik.
Ve bir daha “Ey iman edenler!.... İman edin!” Nisa 136….